top of page

“Hiçbir şeyin gerçekleşmediği on yıllar ve on yılların gerçekleştiği haftalar vardır”



Geçtiğimiz hafta tam da böyle bir hafta oldu, şu anda piyasalarda büyük bir belirsizlik var. Döviz oynak, faizler yükseldi, kredi muslukları sıkıldı, CDS primleri yukarı fırladı… Yani bir anda uygulanan tüm politikanın değiştiğini ve yepyeni bir sürecin içine girdiğimizi öğrendik. Son yıllarda sıkça adından söz edilen VUCA (volatility, uncertainty, complexity, ambiguity) ortamı sanki en çok bizim ülkemiz için geçerli.


Ekonomik göstergelerdeki sert dalgalanmalar, alınan kritik kararlar ve başta döviz piyasası olmak üzere piyasa tepkileri sadece bugünü değil gelecek günlerimizi de şekillendirecek gibi gözüküyor. Tepkiler sadece piyasayla da sınırlı kalmadı tabii ki, toplumsal tepkiler de çok fazla ve hala da devam ediyor.


Öncelikle bu tip olaylar, hukuk adalet tartışmaları, yapılanlar akla vicdana uygun mu değil mi tartışmaları geçmişte de oldu, bugün de var ve gelecekte de her zaman olacak. Güç ve hak, güç ve hukuk, devlet ve hukuk arasındaki ilişkiler yüzyıllardır felsefi olarak da tartışılıyor. Öyle ki bazıları güçlü olanın haklı olduğunu düşünürken bazıları ise her zaman güçsüz olanın, kaybedenin yanında olmayı seçiyor.


Olaylara yorum yapmak sırat köprüsünden geçmek kadar kritik, ağızdan çıkan bir söz aynı anda hem taraf hem de bertaraf olmamıza neden oluyor, üstelik hiçbir siyasi tercihiniz olmasa da, herhangi bir tarafta yer almamayı seçseniz de mutlaka bir şey söylemeniz bekleniyor çünkü aslında siyasi değil insani, vicdani bir tepki, insan olmanın doğasından gelen bir istekle talep ediliyor…


Olayların akışıyla birlikte toplumsal olarak çok güçlü biçimde önce çıkan, hak, hukuk, adalet, eşitlik kavramları hepimizin isteği;  üstelik bunu içinde bulunduğumuz tüm kurumlardan, birlikte yaşadığımız insanlardan, çalıştığımız işyerlerimizden, patronlardan, sermaye sahiplerinden, kısacası toplumun her kesiminden talep etmek hakkımız…


Ancak bu problemi çözecek olan bizler değiliz, peki ne yapmamız lazım?


Ne olup bittiğini anlamamız, olayları çözümlememiz ve bundan sonra ne olabileceğini öngörmemiz lazım.


Kısacası gerek bireysel gerek de kurumsal olarak, bu yaşanan belirsizlik ortamı ve ekonomik dalgalanmalar karşısında nasıl pozisyon alacağımızı kestirmemiz lazım..


Kurumlar açısından ele aldığımızda, ne zaman sonlanacağını kestiremediğimiz belirsizlik dönemlerinde yalnızca bilançoyu yönetmek yeterli olmuyor, daha önce de bahsettiğimiz çevik liderlik esaslarını uygulamak gerekiyor. Yani:


  • Belirsizliğin içinde bile hızlı karar alabilme,

  • Esneklik gösterebilme,

  • Yalnızca kişisel öngörüler değil, sağlam analizler ve verilerle hareket etme,

  • Ve bunları yaparken sadece sonuca değil aynı zamanda sürece de odaklanmak, süreçlerde adaleti sağlamak.


Ekonomik, politik veya isle ilgili kararlar alınırken genellikle “Sonuçta doğru olan yapıldı mı?” sorusu sorulur. Ama asıl kritik olan şey şu: O sonuca nasıl varıldı?


Eğer, eğitim sistemimizde bir  iyileştirme yapma imkanım ve hakkım olsaydı, kesinlikle herkese procedural justice / yani süreç adaleti konusu öğretilsin isterdim.

Böylece daha çok küçük yaşlardan itibaren önemli olanın sadece doğru bir karar almak değil o kararı alırken içinden geçtiğimiz süreçlerin de adaletli olması gerektiğini öğretebiliriz.


Eğer süreçlerin adaletli olmasına odaklanırsak, o zaman sonuca giden her şey mübahtır düşüncesi yerine sonuca ulaşmak için atılması gereken adımları planlarken, bu adımlar adil mi, ilişkili tarafların sınırlarını koruyor mu, etik ve insaflı mı bunları da mutlaka değerlendirerek harekete geçeriz.


Harekete geçmek, planladığımız aksiyonları ortaya koymak pekiştirmemiz gereken bir diğer önemli husus.


Türkiye’de pek çok yönetici yaşanan gelişmeleri, riskleri gayet iyi okuyabilse de bilgiyle aksiyona geçmek arasındaki bağı kurmakta zorlanıyor. Genel olarak bir atalet söz konusu ve her şey gelir geçer, işler kendiliğinden yoluna girer biraz zaman lazım şeklinde bakış açısı yaygın olarak mevcut.


Peki bu ataletin sebebi ne?

✔ Korku: Yanlış karar alma korkusu, liderleri pasif hale getiriyor.

✔ Konfor Alanı: Mevcut düzenin bozulmasını istemeyen yöneticiler risk almaktan kaçınıyor.

✔ Yetkinlik Eksikliği: Kriz yönetimi, analitik düşünme ve senaryo geliştirme becerileri yeterince güçlü değil.


Sonuç olarak, bilgiyi sadece tüketmek değil, onu harekete geçirebilmek gerekiyor.


Çalıştığım birbirinden farklı kurumlarda edindiğim tecrübeye göre iş dünyasında iki tip insan var:

  • Birincisi olayların akışını erkenden fark eden, senaryolar geliştiren, çevik stratejilerle riskleri yöneten,

  • Diğeri, olup biteni seyreden, değişimin içinde sürekli sürüklenen ve adım atmak için daha net bir sinyal bekleyenler, veya olaylar gerçekleştikten sonra harekete geçenler..


Ve belki de memlekete yapabileceğimiz en büyük iyilik, kendi bireysel kapasitemizi ve farkındalığımızı geliştirerek kendimize yatırım yapmak ve birinci grupta yer almaktır…

 
 
 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page